Yunus Emre’nin Hayatı

Yunus Emre’nin Hayatı

Zengin Türk-İslam kültürü, dünya çapında pek çok önemli şahsiyetler yetiştirmiştir. Yunus Emre de bunlardan biridir. Yunus Emre[1] (638-720/1240-1320) Tabduk Emre’nin deyimiyle “Bizim Yunus”, 13. yüzyılın ikinci yarısı ile 14. yüzyılın başlarında Anadolu’da yaşamış büyük bir mutasavvıf ve şairdir. Hayatıyla ilgili ilk kaynaklar menkıbe türü rivayetlerden oluşmakla birlikte tekkesi hakkında arşiv kayıtları mevcuttur. Söz konusu menkıbelere Hacı Bektâş-i Veli, Aziz Mahmud Hüdayi ve İbrahim Has’ın eserlerinde yer verilmektedir. Horasan’dan gelip Anadolu’ya yerleşen Türkmenlerin soyundan olup, Sakarya nehri civarında Sarıköy’deki çiftlik ve zaviyesinde yaşadı. Tabduk’un müridi, en tanınmış halifesi ve damadı, İsmail Emre’nin de babasıdır. Sarıköy günümüzde Eskişehir ilinin Mihalıççık ilçesine bağlı Yunus Emre mahallesi olarak bilinmektedir.

Uzun yıllar şeyhinin yanında dergâh hizmetiyle bilinen Yunus’un şeyhine bağlığı şiirlerinde Taptuk’un isminin çokça geçmesinden de anlaşılmaktadır. Ömrünün son demlerine doğru seyr u sulûkünü tamamladıktan sonara irşat mertebesine yükselip icazetini alarak ilahiler yazmaya başladı. Tabduk’un vefatından sonra dervişler Yunus’un etrafında toplandılar. Yunus bir dönem ruhunu arıtmak ve fikirlerini yaymak maksadıyla Anadolu ve Azerbaycan topraklarında seyahatlere çıktı, Şam ve Arabistan bölgesine giderek Kabe’yi ziyaret etti. Tanınmış mutasavvıflardan Âhi Evrân-ı Velî (ö. 1261), Mevlâna Celâleddin Rûmi (ö. 672/1273), Sadreddin Konevî (ö. 673/1274), Hacı Bektâş-ı Velî (ö.1275) ve Sultan Veled (ö. 1313) ile aynı dönemlerde yaşadı, bunlardan bazılarıyla görüştü.

Yunus Emre’nin yaşadığı dönemde, Anadolu Selçuklu Devleti yıkılış safhasına girmişti, Anadolu halkı Moğol akınlarından ve büyüklü küçüklü bir çok isyanlardan bunalmış durumdaydı. Padişah ve vezirler dahil kimsenin can emniyeti kalmamıştı. Maddi refahın ve huzurun kalmadığı böyle bir devirde Anadolu’ya gelen mutasavvıflar huzur kaynağı oldu. Bu mutasavvıflar aynı zamanda Anadolu’nun hızlı bir şekilde Türkleşmesi ve İslamlaşmasına tesir etti.

Yunus’un Anadolu Türkçesinin oluşumuna ve edebi bir dil haline gelmesine katkısı çok büyüktür, bu konuda bir çığır açmıştır. Tıpkı Hoca Ahmed Yesevî gibi şiirlerini Türkçe olarak söylemiş, Yesevî ile başlayan tekke şiiri geleneğini özgün bir söyleyişle Anadolu’da yeniden ortaya koymuştur. Türk dehasının en önemli temsilcilerinden olan Yunus Emre’nin tesirleri yaşadığı çağları aşarak günümüze kadar ulaşmıştır. Kendisinden sonra gelen Osmanlı dönemindeki bir çok şeyh de Yunus’un şiirlerini toplayarak divan teşekkül ettirmiştir. Sözü edilen dönemin mutasavvıf şairlerinin ekserisinde Yunus Emre tarzının hakim olduğu görülmektedir. Mevlana'nın şiirlerini Farsça, Yunus'un ise şiirlerini Türkçe yazmış olmasını bugünkü anlayışla değerlendirmek yanlış sonuçlar doğurabilir. Her iki mutasavvıf şairimiz de zamanın geleneğine uymuşlardır. Yunus'u iyi anlamak için içinde yaşadığı toplum, coğrafya ve diğer şartları göz önünde bulundurulmalıdır. 

Yunus Emre iyi bir mescid ve medrese eğitimi almıştır. Sa‘dî-yi Şîrâzî’den ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’den tercüme yapacak kadar Farsça’ya hakim olduğu görülmektedir. Geniş bir ilmi ve felsefi kültüre sahip olmasına karşın kullandığı üslûp son derece mütevazidir. İlahi aşkla coşkulu olan Yunus ilahileri Kur’an ve Sünnete sıkı sıkıya bağlı, sade bir dilli ve öğretici mahiyettedir.  Yunus’un Risâletü’n-Nushiyye ile Divan adında iki eseri bulunmaktadır. Çağdaş araştırmacılar tarafından bu eserlerin neşri yapılmıştır.

Halkımız arasında Yunus’un “kilit”, “sofra” ve “Molla Kasım” menkıbeleri anlatılagelmiştir. Yunus’un dergaha odun taşıma hizmeti esnasında gösterdiği titizlik kendisine sorulunca “Dağda eğri odun çok, lakin bu dergaha odunun eğrisi bile yakışmaz!” cevabı meşhurdur.

Eskişehir Osmangazi Üniversitesi

Dr. Öğr. Üyesi Erşahin Ahmet AYHÜN

 

 

[1] “Emre” kelimesinin, o devirlerde Türk şeyhlerine verilen “ata”, “baba” gibi ünvanların yanı sıra kullanılan Arapçada kardeş anlamına gelen “ahi” kelimesinin karşılığıdır.